17 Aralık 2010 Cuma

KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ…Bana kısaca kırmızı diyin anacım…

Çocukluğumuzdan bu yana anlatılan masallar hiç değişmez mi kuzum? Ben çocuktum kurt kuzuyu kaptı. Büyüdüm hala kurt aynı kuzuyu yemeye devam ediyor. Leylek tilkiden, hep aynı tabakta yemek yedirerek öcünü alıyor, hiç olmazsa bi tabağı yıka be kardeşim! Kırmızı başlıklı kız bayatlamış kurabiyeleri ananesine hep aynı yoldan götürüyor ve hep aynı kurtla karşılaşıyor.Kurtta bıktı, kırmızı şapkalı kız da usandı bu durumdan ama anlatıcı bıkmadı, bıkamadı daha doğrusu, çünkü masal bu ne de olsa değişmez di mi? Sana öyle geliyor okuyucu, bak dinle bide sen benden de, masal nasıl değişiyormuş gör..!

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken..(ayy bu giriş bölümünden hiç sıkılmıyorum her nedense)

Bir zamanlar küçük bir kız varmış, ananesi ona üzerinde başlığı olan kırmızı bi pelerin almış,kırmızı başlıklı kız çok daha sonra bu başlığın üzerine yapışan bir lanete döneceğini bilmeden, çok sevmiş bu pelerini ve üzerinden hiç çıkarmamış. İşte bu nedenle ona herkes kırmızı başlıklı kız adını koymuş. Kırmızı başlıklı kız, bir gün yine aynı bahçede oynarken annesi “kırmızııı! Kırmızı!! Gel bi kızım” diye seslenmiş.

Kırmızı önce aldırmamış nede olsa annesinin ne isteyeceğini biliyormuş. Annesi ısrarla üç, beş kez daha çağırınca bi hışımla eve doğru koşmuş “Anne! Benim bi adım yok mu allasen? Artık eşek yaşına geldim ben yahu! Kırmızı ne anne? Ne kırmızıı?? diye çıkışmış. Bunun üzerine annesi. “Tabi ki var evladım olma mı? Aslında senin adın Rabia demiş. Hı? Nası yani? Ne Rabiası anne,daha doğrusu Rabia ne anneee?? Ben hangi ara müslüman oldum? noldum ben hatta?? diye fenalık geçiriverince annesi, “dur sakin ol evladım, şey, evet aslında senin baban müslümandı yavrucum, sana bu ismi babaannen verdi dedi. Kırmızı daha da sinirlendi “Ne babası ulan? Bi babam var dı da bunca zaman nereye sakladınız adamı?? “ Yok, yok, ben en iyisi ver şu sepeti ananeme gidim yoksa elimden bi kaza çıkacak” diyerek yola koyuldu.

Yolda dalgın dalgın yürürken kendi kendine Rabia..Rabia, la havle velaa diye iç geçiriyormuş,o sırada oduncuyla karşılaşmış, oduncu ona her zamanki rutin uyarısını yapmış “kırmızı orman yolundan gitme kurdu var kuzusu var hırlısı var hırsızı var kızım” demiş… Kırmızı başını sallamış, içinden “peh! Kese, kese ağaç kaldı da sanki ..ne ormanı anasını satim her yer maki diye kendi kendine konuşarak dalmış orman yoluna…

Biraz ileride çalılıkların arasından bir çıtırtı duymuş ve çok korkmuş çalıların arkasından bembeyaz bir tavşan çıkmış. ”Şelam kırmıjı, nasırsın bakarım? demiş. Kırmızı, tavşana bakakalmış sonra etrafına bakınmış, tavşana; “iyisin di mi? Hayırdır ne iş? Bu çalılıkta kurdun olması gerek miyor muydu? diye sormuş. Tavşan “Şorma yav yıllık izne şıktı idare ediyoruj boşver onu bunu da şepette havuç var mı havuç? diye sormuş. Kırmızı sinirlenmiş, “Avokado var havuç kalmamışş! “hadi canım, hadi! zaten ters bi gündeyim!diyerek yola koyulmuş, ama bi de ne görsün bir süre sonra tekrar tavşan, tekrar aynı soru. “Havuç var mı havuç? Hadi be ablacım ayıp oluyo ama yeeaa!” deyiverince, kırmızı daha çok sinirlenmiş “Adam ol tavşan adam! Manav Salih mi sandın beni! “git kendini dövdürmeden” demiş.

Satarım lan böyle işi! diye homurdanarak, ananesinin evine doğru tekrar yola koyulmuş. Yol çok uzun sürünce ananesine de saymaya başlamış.
“ Hay senin gibi ananeyi ben ya, şurda 2 oda bi salon 300 liraya evler varken, sen git hava atıcam konu komşuya diye cehennemin dibinin ormanına otur artizzz yaa!
Nihayet ananesinin evine gelmiş. Tavşan ananesinin evine çok daha önceden gitmiş tabi, bir bakmış anane evde yok camdan atlayıp hemen ananesinin geceliğini şapkasını takmış yatağa girivermiş. O sırada kapı çalmış ‘tak tak tak’… ‘’Girin yavrum kapı açık’’ diye seslenmiş tavşan.. Kırmızı, ananesinin odasına girince bir de ne görsün, koca kulaklarını saklayamayan tavşan yatakta yatmıyor mu?. Hiç bozuntuya vermemiş. ‘’Merhaba kıjım hoş gerdin’’ demiş tavşan.’’hoş buldum ananecim nasılsın bakalım?’’ diye sormuş. ‘’İyiyim yavrujum, şen nasırsın nerer getirdin bakim bana bugün?’’ Kırmızı

‘’Ay ananecim en sevdiğin yemek olan tavşan yahnisi bugün ki mönümüz’’ deyince tavşanın gözünde helezonlar oluşmaya ve dili şişmeye başlamış. ‘’Ne ne?? Tavşar mı? Ne tavşarı? diye yerinden zıplamış, kırmızı ‘’ulan seni bana parayla mı verdiler’’ diye tavşanın azını burnunu bi güzel kırmış, zavallı tavşan “ avjı amannn! avjı nerde o gelsin karnımı yarsın!” diye çığlıklar atsa da kırmızı bütün dişlerini ağzına dökmüş tavşanın.”Yok sana avcı mavcı ben yararım seni dur sen dur!” diye tavşan önde kırmızı arkasında dönüp durmuşlar. En sonunda, her ikisi de pestil olmuşlar. Kırmızı bir tarafa tavşan bir tarafa devrilivermiş. Tam kırmızı oh be sıkıyosa bi daha istesin o havucu da, ben görim diye düşünürken inceden bi ses, “Ee hiç olmazsa havuş suyu getireydi iyiydi” demiş…

14 Aralık 2010 Salı

kırmızı beyazım,bayrak gibi,kan ve süt gibi..karanfille kesme şeker gibiiiii.




Oğlum için önemli bir gün. Doğal olarak benim içinde öyle.. Tam bir yıldır bu okul gösterisine hazırlanıyoruz... Ee iş böyle olunca biraz elimi ayağımı düzeltmek ve yazın havasına girebilmek için önce bir kuaföre atıyorum kendimi, saç sakal ne varsa toparlayıp güzelleşiyorum…

Manikür yapan sevgili arkadaşın elinde, hayatımda denemeyeceğim renkte bir oje var. Fosforlu pembe, ama her nedense gözlerimi alamıyorum ve dayanamayıp dile getiriyorum… dili kopasıca sus işte! "Ne kadar hoş ojelerin rengi, gerçekten" deyince,"aman severim ben böyle o...renklerini" diyor arkadaş... bunun üzerine tam anlamıyla bir patavatsızlık örneği sergileyerek "ay ama öyle demeyin herkes o...renklerini taşıyamaz, siz gerçekten, çok güzel taşımışsınız " diyorum. Sözüm ona , bayan arkadaşı onurlandırıyorum ve cümlem bitirdiği anda ne dediğimi algılıyor beynim ve başlıyorum daha da çok saçmalamaya…"yani bu bir tarzdır,bir kokoşluktur,yani şeyy,yanii herkese yakışmaz,hatta herkes yakıştıramaz demek istiyorum şeyi, neyi? ımmm, size çok yakışmışşş hmm bunu söylemiştim dimi, olldu o halde. Başka bişi bulmalıyım hemen!...

Ya bakın ne dicem size, bana da sürelim mii ne dersiniz? bakalım ben taşıyabilecekmiyim" diyerek kendimi de bitiriyorum "tabi"..."tabi" diyor... bittiğinde yarım saat gözümü ayıramıyorum tırnaklarımdan dokunsanız ağlıyacağım . Nasıl olsa aşağıdaki markette aseton bulunur diye düşünerek çıkıyorum ama bir eksik var sanki,yüzümde renk eksik...eller göz kamaştırıyor, tamam ama yüz olmadı.

En iyisi biraz solarium a girmek, diyerek hemen atıveriyorum kendimi, bir salona... on beş dakika sonra kan ter içinde çıkıyorum… her şey normal görünüyor..en azından o ilk yarım saat içinde…Akşam son hazırlıklarımı yapıyorum...

Giyinip süslenip çıkıyorum ,son bir kez aynaya bakıyorum değişen bir şey yok hala bembeyazım... Allah Allah bir gariplik var bu işte ama du bakalım…
Bir ara gösterinin heyecanından mıdır bilinmez, böyle sırt taraflarımda, ince ince bir kaşınma, bir yanma, bir garippp sızı beliriyor... Önce aldırmıyorum,sırtımı duvara sürte sürte kaşıyorum çaktırmadan… gösteri bitiyor eve zor atıyorum kendimi. Allahım sırtımda yangın çıktı da ben mi fark edemiyorum noluyorrrr...
Ne mi oluyor?. Hadi tartışalım..sizce bir insanın aptallık derecesi neye göre belirlenir önce bana bi bunu söyleyin... Siz düşünün ben burdayım...düşünün düşünün...

Duşa atıyorum kendimi...iyi geliyor...sabah bir toplantı var ve şıkır şıkır olmalıyım...Sabahları aynaya baktığında kaçınızın sıçrayarak kendinden korkuyor...bir kadın kendi yüzüne bu kadar yabancı olabilir mi ve her gün aynı soruyu sorar mı bir aynaya? “sende kimsin ve ne istiyosun benden?”:))

İş üzerimi giymeye geldiğinde bir çığlık atıyorum sırtımmmm..ah be kızım ah be kızım bi dön de bakıver ne var o sırtta olmaz mı???

En sonunda iç sesimi algılayan beynim, dönüverince aynaya, olduğu gibi kalıyor bir on dakika...şöyle bir kadın düşünün aynada, evet elbette çıplak,ama baş tamamen geçirdiği şokun etkisiyle geriye dönük bir kol geride, böyle buruşturulmuş gazete kağıdı misali aynadayım. Peki ya üzerimde ki bu kırmızılık nedir? pelerin mi?? hıı? höö? bu da ne?!!

Allahım! sana geliyorum yine! Sırtım ciğer gibi yüz beş dereceden yanık! ön tarafım bembeyaz kırmızı beyazım milli takım forması gibi,bayrak gibi,kan ve süt gibi..karanfille kesme şeker gibiiiii..kırmızı beyazzzz!!!!

Tüm bir günüm, sevgili arkadaşlarımın,aklıma hitaben yapmış oldukları konuşmalarla geçiyor tabi...hoş değilll… hemde hiçç! :SS Yani yanmanın ne derece acı verdiğini bilmesem hepsinin üzerine benzin döküp yakma duygusunu da taşıyorum içimde...

Akşam spor salonuna gittiğimde ise dalga konusu tavan yapıyor tabii... kırmızıııı,beyazzz...en büyükkk… Türkiyeeeee!!! sloganlar bittiğinde, fosforlu cevriye söylenmeye başlıyor...algılamıyorum önce,birden o ampül sol tarafımda fuşya fuşya parıldıyor ojelerim! Aman Allahım!:((olayı toparlamaya çalışmam kem küm etmem bi on dakkamı alıyor tabi, ama ıkınıp sıkıldığımı gören bir arkadaşım sözüm ona beni rahatlatmaya kalkıyor..."Ya, Meral’cim bişi söylicem kızım valla ben hayatta sürmem ama sen güzel taşımışsın bu ojeleri ya valla bak..

……(kal gelmiş)
Tuhaf bir şekilde etrafımdaki her kadın ojemin numarasını soruyor...ve her biri benimle aynı cümleyi kuruyor "şaka maka aslında ben de hayatta kullanmam ama sen çok güzel taşımışsın!" taşımışım hmm taşıyorum yani ..

Ee ben şimdi taşıdığım ve bana yakışan bu ağır yüke mi yanayım, yoksa solarium cihazının ön ısıtmasını açmayı unutup arka tarafını son hızda çalıştırarak, kendimi cayır cayır yaktığıma mı? Akılsızlığıma mı?..hmm bence de öyle..sizi duyuyorum…