10 Haziran 2009 Çarşamba

doğum günümüz kutlu olsun...



Doğum günümün ilk saatleri... Sabaha kadar oturma şu bilgisayarın başında, bir mola ver,sen ağlasan da, sızlansan da, üzülme gidecek o yaşlar, yıllarr bırakkkk!!! diyerek oyalamaya başlıyorum kendimi...Unutmalıyım, unutmalıyım, ben daha otuzlarımda olmalıyımmmm diye sayıklıyorum...biraz kitap okuduktan sonra biraz repertuar baktımm… Hadi bi cesaret kızım diyerek Tv yi açmaya karar verdim...ama bu sefer yemekteyiz programı falan çıkarsa karşıma gözümü kapatıp atlayacağım heemn o kanalı...dizimax te "Criminal Minds" başlamış bile hay aksii iki bölüm üst üste...neyse uyur kalırım hiç olmazsa,diyerek başladım izlemeye ik bölümün sonunda vücudumdaki tüyler,beyazlamış sakal bıyıklarım dahil diken diken olmuştu.hatta daha mı beyazzzzlaştı bu gece bilemedim...bir çiftlik hikayesi 89 seri cinayet..ayy ben nerden izledimmm nerdennnn...az sonra bayılırım bennn... gelde uyu şimdii...evin bütün kapılarını pencerelerini,alarmlarını gözden geçirme gereği duydum tabii...hay kızım ben senin aklına ne diyimm...gözlerim faltaşı oldu..ya bu adamların neden hiç bir dizisi uyku getirmezz can sıkmaz…. nasıl senaryolardır bunlar..offf..

Bırak Allaaasen diyerek, bizim kanallara doğru yolculuk yapıyorum... gündüz kuşağı bir tekrar programı çağla ve alişanın ... program konuğu sayın Tuna Huş... çocukluk dönemimin en güzel ses ve diksiyonuna sahip güzel insanı...bir beyefendi...

Bilmeyenler için söylemek gerekirse, bir süre önce geçirdiği bir rahatsızlık sonu artık konuşamıyor sayın Tuna Huş...Türkiye nin, ilk spikerlerinden olup,yıllarını güzel,doğru ve akıcı konuşmaya adamış biri için bundan daha zor ne olabilir?

Yakışıklılığından ve zarafetinden, en ufak bir şey kaybetmemiş…eşi sesi olmuş anlatıyor. Vefa nın eski bir sokak ismi olduğundan bahsediyor zaman, zaman…Zaman, zaman ise gerçek dostlardan,yani kötü gün de..dediklerimizden...içimde bir sıkışma hissi...bugün benim doğum günüm..mutlu olmam gerek...korkumun üstüne birde keder eklenmekte...

Program akıp giderken, içeriye sürpriz konuklar davet ediliyor...Sayın Tuna Huş’ un öğrencileri gelenler... Bu karşılaşma anı kilitlendiğim an oluyor..öğrencilerden birinin sesindeki titreme kalbime değiyor...ne kadar da seviyor hocasını...sonra bir diğeri sonra bir diğeri daha konuşmalarını ve minnetlerini sürdürüyor...dayanamıyor tuna bey...ağlıyor..hem de ne ağlamak..o bir ağlıyor...ben beş...ama bu gece doğum günümm...giden yaşlarıma yanmıyorum artık Tuna beyin gözlerinden akan yaşlar benimkilerle nehre karışacak az sonra…

Çok kızıyorum…onu bu kadar yormalarına önce...ama kısa sürüyor bu anlamdaki kızgınlığım..düşünüyorum. Peki ya bu programlar da olmasa ne olurdu…teşekkür ediyorum içimden emeği geçen herkese… sonra

O oluyorum sanki..hayatını,emellerini,geçmişini ,gelecek düşlerini görüyorum...elimde bir paket mendil duramıyorum...içim buruş buruş kağıt gibiyim...bu değerli insanları,o program bu program davet edip bir şeyler yapmaya çalışanlara kızıyorum..he şeye kızıyorum..kendime kızıyorum..bu kofluğa..bu boşluğa..bu duyarsızlığa...yine çok kızıyorum...

en azından bu gece sadece bu konuya kızıyorum...kızıyorum elimin kolumun bağlı olduğu anlara…elimden bir şey gelememesine, her geçen gün eksildiğimize ve sevgi,saygının samimiyetsizliğine ve en kötüsü satır aralarına sıkıştırılan bir kaç söz olarak kopyalanıp yapıştırılmasına...

bu sahipsizliğe ve "BEN" odaklı yaşamlara...
"Hani nerde bu devlet" sloganı altında, hiç bir emek sarfetmeden hayata tek bir satır eklemeden,her şeyi devletten bekleyen tembellere...elbet kendime de…

kızıyorum...

Maneviyat duygusu eksik olanların hayatı teğet geçiyor olmalarına…

İyi adam olmak iyi ahlaklı olmak da yetmiyor yetmez de... Vicdan sahibi de olmak gerek... bir o kadar da duyarlı... sadece kendi ve minicik çemberindeki iyilikleri değil önemli olan… kendine katabildikleriyle ve her gün biraz daha fazla genişlettiği çemberinin çapıyla da

“Birini ağlarken gördüğüm de yada derdini dinlediğimde elimde olmaz o olurum sanki bende onun kadar ağlar acı çeker yas tutarım gerekirse”... dediğim de bana kahkahalarla gülerek deli olduğumu düşünen arkadaşlarıma eş dosta…

kızıyorum hepimize... oysa güzel geçirmem gerekiyor bu saatleri yeni doğdum ben...

birileri için minicik bir şey yapın... Ne kaybedersiniz? varsın adınız duyulmasın yaptığınız iyilikler karşısın da... İyiliğin gizli yapılanı makbul değimlidir? Egonuz,nefsiniz bir kez olsun sizden baskın olmayıversin ne olur ki…iki saniyenizi alacak kadar kısa bir süresi olan,çevireceğiniz bir tek telefon numarasıyla,bir başkasının hayatında nasıl bir umuda yolculuk başlatabileceğinizi asla unutmayın ne olur…

hayatınıza sahip çıkarken… Başkalarına da sahip çıkmayı unutmayın... Memleket gibidir sahip olma duygusu…

Öldükten sonra,ezberi bile yapılmamış bir kağıtta okunmasın gidenlerin ardından kalan sözler…hala ayaktayken ve hayattayken ve hala geç olmamışken biri için güzel bir şeyler yapın…

Evet bugün benim doğum günüm…kendimi kutluyorum..çünkü…

"Bugün, hayatımın başladığı gün...Bugün...bir dünya vatandaşı oluyorum...Bugün, bir yetişkin oluyorum...Bugün, ailem ve kendim dışında birileri için önemli biri olmaya başlıyorum...Aldığım notlar haricinde|kazandığım bir önem...Bugün dünya için önemli biri oluyorum...gelecek için...hayatın sunabileceği her olasılık için...Bugünden başlayarak"...”
“grey’s anatomy”

“Hayatıma kattığınız anlam ve gülümseyiş için her birinize tek tek teşekkür ediyorum…iyi ki varsınız”…bugün pastamı üflerken,her birimiz için kutlayacağım doğum günümü..hadi bakalım..doğum günümüz kutlu olsun...

9 Haziran 2009 Salı

Uçak fobim var a dostlar!!! :SSS



Pek sevgili okurlar, size bu mektubu bulutların üzerinden yazıyorum.Şu anda yukarıda hava pırıl pırıl, ama kimin umurunda? Uçak fobim var ve bu güzellikler beni hiç ilgilendirmiyorrr çünkü, içim kapkara ve tir tir titriyorum. Yerden uzak, Allah’a daha yakınım.Bu yakınlıktan mıdır nedir, insan daha bir mantıklı düşünüyor sanki. Aklımızda olsun, içinizden de olsa bir an bile hayatınızın monotonluğundan yakınmayın! Maazallah yukarıdan duyulur, benim gibi kibarca cezalandırılır ve pişman olursunuz. Ne zaman monotonluktan sıkılıp nankörlük etsem çok usturuplu bir şekilde ağzımızın payı veriliyor. Fakat akıllanmadım ve yine kaşındım, “Off! Nedir yahuu bu monotonluk” dedim. Sen misin bunu diyen, o gün bugündür Ankara – İstanbul arası mekik dokuyorum. Üstelik “Demir uçmaz!” diyerek, uçabileceğine bir türlü inanmak istemediğim demirden bir kütlenin içinde. Ne kadar korktuğumu anlatamam.
Hiç ukala ukala “Korkunun ecele faydası yok”, “Kaderin önüne geçemez sin” ya da “Alınyazında ne yazıyorsa onu yaşarsın” gibi tuhaf cümleler sarfetmeyin, olur mu? Çünkü bunu bilmememin imkanı yok, değil mi? Ne de olsa aynı inançları paylaşıyoruz. Ama elimde değil… Avuçlarım sırılsıklam. Eminim aranızda durumumu anlayacak bir sürü kişi vardır.

Artık yolculuklarım çoğaldı, malum, bir iş kadınıyım. Şöyle çizgili takımlar, yapılmış saçlar, bakımlı tırnaklar, bir kolumda laptop’um, topuklu pabuçlarım ve elbette havalı güneş gözlüklerim…Ankara – İstanbul toplantıları için günü birlik yollardayım. Bir iş kadını modeli için harika bir görüntü ama uçak havalanmaya başlayana kadar. Önce bir güzel soğuk ter döküyorum, nefesim daralıyor, yanımdakine korkumu belli etmemeye çalışmak beni daha fazla terletiyor. Alt tarafı bir saatlik yol ama sanki Sahra çölünü deveyle geçiyorum. Uçak havalandıkça benim havamdan eser kalmıyor. Bu sefer kendimi çok iyi telkin etmiştim sözüm ona. Baktım durumum gene aynı, oyalanmak için tepedeki dolaplar laptop’umu almaya kalktım ama koca laptop elimden kayıp, etekli bir Arap amcanın kucağına düşmesin mi? Utancımdan kıpkırmızı oldum, Arap amca da acıdan tabii… Bekar mıydı, evli miydi, çocuğu var mıydı? Olsa çok iyi olurdu çünkü bu darbeden sonra her şey daha zor olacak galiba!
Ya Allah, bismillah, “ Excuse me sir!” diye diye oturdum yerime. Yerim dediğim de Arap amcanın yanı. Sanıyorum adamcağız beni kendinden uzaklaştırma duası okuyor çünkü okuyup üfleyip etrafa tükürükler saçıyor. Dikkatimi dağıtıyor, bir türlü başlayamıyorum yazıma. ‘Sus artık be adam, özür diledim ya!’
Öte yandan çevredekilerde bir merak, bir merak. Size ne kardeşim? Bu Arap amcayla benim aramda bir mesele, neyin dedikodusunu yapıyorsunuz ki?...

Off! Allah aşkına bilen varsa şu uçak fobisini nasıl yeneceğimi anlatıversin. Hayır, kaptan pilot da bir tuhaf bugün, ne acelesi var anlamadım, sanki her zamankiden hızlı gidiyoruz. Aaa, neler oluyor, imdattt!...
Ömrümden bir 10 yıl gitti az önce sevgili okurlar. Türbülansa girmişiz. Midem ağzımda, bacaklarımı hissetmiyorum, sanırım kalbim de durdu!
Bildiğim bütün Arapça duaları okuduğum halde, her ihtimale karşı Türkçelerini de okudum.Şu meşhur film şeridi dedikleri az önce gördüğüm şey miydi? Geçiverdi de gözlerimin önünden… Çocukluk anılarıma döndüm.Gençliğim, Noyan, oğlum, çiçeklerim, hatta elektrik faturası bile film şeridinin içinde, düşünün ne çok şey sığıyor. Gülmeyin ama mezar taşımı bile gördüm. Üzerinde şöyle yazıyor: “Demir uçmaz demiştim.” Kurtar beni Allah’ım,sana hep yakın olmak istemiştir ama bu kadar yanına sokulunca vazgeçtim, ne olur sağ salim indir beni yere, bütün Ramazanlarda oruç tutacağım, iyi bir kul olacağım, sıkışınca kıvırıp yalan söylemeyeceğim, hatta çocukken manav Salih’ten çaldığım bütün eriklerin parasını fazlasıyla ödeyeceğim. Daha hoşgörülü olacağım, karamsarlığı bırakıp pozitif düşüneceğim, işten kaytarmayacağım, Ankara’ya gittiğimde annemin bütün giysilerini o bana hatırlatmadan ütüleceğim ve avizelerini parlatacağım tek tek, İnan bana. Yeter ki bassın artık şu tutmayan ayaklarım toprağa...

8 Haziran 2009 Pazartesi

İlk iş günü...ve menemen olayı...açıklıyorum...:))



Sabahın köründe, abimin telefonuyla uyandım. Canım abimin o davudi ses tonu bütün eşraf tarafından bilinir.Gür,tok,net ve tabii ki şiddet olarak yüksek! ”Hadi kaldır poponu da işe başla”.Bismillahirahmanirrahim, hayırdır abicim? diyorum.Tekrarlıyor biraz daha yüksek sesle.İyide abi bizim evde temizlik işleri dokuz buçuktan sonra başlar, hem ayrıca sen niye karışıyorsun ki benim ev işlerime, taa Ankaralardan..”Saçmalama “diyor. “Tamam canım, biraz dağınık olabilirim, ama pis değilim”! “Yahu kızım, bana ne senin evinden, ben mutfak ve mobilyadan bahsediyorum”! Aaa!! bak orda dur!. Mutfağıma falan laf ettirmem bennn, hem,yemek bizde akşam üstü yapılır, taze, taze”! “Off be kızım, azcık sus yaa! sus ki, konuşabileyim”. ”Allah, Allah çattık sabah,sabah” deyip dinliyorum.

”Bak güzel kardeşim,hani hep, tüketici bir kemirgen bir varlık olmaktan şikayet eder durur, “ben ömrümün sonuna kadar ev kadını mı olucam” diye dert yanardın ya, “eevett” “Hah,hadi bakalım fırsat sana! Artık bir iş kadını oluyorsun! İstanbul’da bir şube açıyoruz, başınada senin geçmen gerekiyor” diyor ve detaylı bir şekilde anlatmaya devam ediyor...”Aman tanrım” bile diyemeden kendimi on beş günlük bir eğitimin ilk gününde buluyorum...

Ertesi gün:Bulabildiğim tek ciddi iş kıyafetimi giyiyorum,tozlanmış inci kolye küpelerimi takıyorum.Topuklu pabuç giymeyeli uzun zaman olmuş ki, sürekli ayağımı burkup duruyorum.
İş çantasına benzer bir çanta ve uzun zamandır taşımak istediğim, kordonsuz bilgisayarımı, (yani lap tabımı) takıyorum koluma... Haa birde, kendime işe geç kalmış havası vererek, Selvinaz’a kahvemi yolda içeceğimi söylüyorum.Arabaya atladığım gibi, Sarıyer- Bostancı hattı üzerinde çıkıyorum yola… Hadi oldu olacak havama uygun olsun diye, birde sigara yakıyorum çok içermişim gibi… İşte yıllardır özlemini çektiğim ,işe geç kalmış ama kahve ve sigarasından ödün vermeyen bir iş kadını görüntüsü süperimmm vayyy be! Durum ilk beş dakika her ne kadar dışarıdan çok havalı görünse de, pek uzun süremiyor, bir elimde sigara, bir elimde kahve olunca, direksiyon ortada kalıyor tabii ee birinin arabayı kullanması gerek..Kahvemden koca bir yudum alıyorum ama o da ne çoook sıcak!! Yemek borum beşinci derece yanıyor,derken sigaramın ateşi düşüyor yere..

Ciğerlerim yanık ve dilim kabarmış, yok böyle bir acı, trafik felaket,içimdeki trafik canavarıyla da ilk tanışma günüm,ay nasıl heyecanlıyım…ateşi bulmaya uğraşırken kahve bacaklarımdan aşaa süzülüveriyor bu acıyı tarif etmeme ve detaylandırmama lüzum yok, gözlerinizi kapayıp düşleyin, orda olacağım…yemek borumdaki ateş,bacaklarımdan diz kapaklarıma süzülerek gelen alev topuyla beraber zorluyor beni… Aaaa, e iyide bu sigaranın filtresi nerde!!... arabayı neden sağa çekip durmadığımı sormayın ne olur bilmiyorum.bunu o an için bilebilmiş olsaydım bu yazı nasıl yazılırdı şu anda dimi ama… sağda bir yerde bir mağaza görüyor hemen kendime bir pantolon ve t-şirt alıyorum ve yaklaşık üç saat içinde Edirne üzerinden her nasıl becerdiysem bostancıdaki şirketimize ulaşıyorum (evetttt Edirne üzerinden dedim??? aaa )

Tüm kadro, beni güler yüzle karşılıyor,ben elbette bu gülüşün nedenini biliyorum ama hiç oralı olmuyorum patronuz dimi burda… Tanışıyoruz derdimi anlatıyor bu işi çivisinden montajına kadar öğrenmek istediğimi söylüyorum, ben bile kurduğum cümlelere şaşıyorum bir an...Seve,seve diyor sevgili mimarımız Ayşe hanım ve başlıyor ürünlerimizi anlatmaya. Anlattıklarını unutmamam içinde not tutmam gerektiğini ekliyor kibarca. Ama yanıma ne bir kalem, ne kağıt ve hatta nede bir not kağıdı almadığımı söylemeye utandığımdan, “Ben aklımda tutarım siz endişe etmeyin” diyorum, Ayşe hanım yinede kibar kadın halden anlıyor ve bana bir kalem ve kağıt uzatıyor. Teorik bilgileri alıp binlerce ağaç çeşidi hakkında bilgi aldıktan sonra bana biraz pratik yaptırmak adına bir müşterimize ölçü almaya beraber gitmemizi teklif ediyor...Ölçü almaya gittiğimiz evin, mutfağın büyüklüğü karşısında,söze; -Ay hanımefendi siz bu mutfağa çok masraf edersiniz yazık valla...diye başlıyorum,fakat,bir an,Ayşe hanımın, orada bulunma nedenimizi belirten bir bakışıyla karşılaşıp, kim olduğumu hatırlıyorum ve tekrar ediyorum içimden sık,sık “mutfak satışı için buradayım,mutfak satışı için buradayım ” diye. Ama bu arada ocakta yapım aşamasında olan menemene takılan gözlerime, bir türlü engel olamıyorum.

Açım, diyetteyim,ölüyorum.Ayşe hanım elinde metreyle ölçü almaya başlıyor, tabi bende yardım ediyorum.Ama ne yazık ki ocağa kadar dayanabiliyorum.Birden gözlerim kararıyor, metreyi bırakıp, ocaktaki kızarmış biberleri çevirmeye başlıyorum ve utanmadan birde domatesleri ekleyip, ekleyemeyeceğimi soruyorum ev sahibine. Ayşe hanım darmadağın, ama tok tabii, acın halinden anlamıyor, nefretle göz göze geliyoruz yeniden. Eh mecburen, elimdeki tahta kaşığı bırakıp, metreyi alıyorum yeniden devam ediyoruz. Zavallı Ayşe hanım, elleri yağ içinde “Hay Allah! ne oldu bu metreye böyle birden”? diyor. “Allah, Allah ne olabilir sahi”? diyerek geçiştiriyorum. Metre yağ içinde“eh ne yapabilirim kaşığın sapı yağlıymış” diyemiyorum tabi, ilk gün nede olsa nefret etmesin benden ....
Kapı pencere ölçüsü bitiyor, bende bitiyorum, mutfakta pişen yemek kokusundan elbette.

Sendeleyerek, kapıya kadar gidebilmeyi başarıyorken, kibar ev sahibi Berrak hanımın “Aa hayatta bırakmam, lütfen beraber yiyelim kokar” diyen güzel sesini duyuyorum. Tam, “Allahım, sana şükürler olsun”! diye iç geçirirken, gaipten olduğunu sandığım ama sonradan, Ayşe hanımın sesine benzettiğim bir ses de “Çok, çok teşekkürler, başka bir ölçüye gitmemiz gerekiyor, İnşallah başka bir sefere” diyor. Sanırım kendiyle ilgili çoğul konuşuyor diye düşünüyorum ama ikimiz adına olduğunu kendimi kapıda bulunca anlıyorum… Ayşe hanımdan nefret ediyorum ve yol boyunca sorduğu sorulara sinir, sinir cevaplar veriyorum... Sanıyorum benim gibi biriyle karşılaşmanın stresinden olsa gerek, Ayşe hanım, ertesi gün izin kullanıyor. İlk iş günüm böyle sona eriyor... aradan günler geçiyor ama yiyemediğim menemenin kokusu burnumdan bir türlü gitmiyor...

4 Haziran 2009 Perşembe

plastik bebekk,hediye ve erkeklerrr...



Beyler Allah adını verdim eşlerinize, ya hediye almayın ya da azıcık eşlerinizin zevklerini keşfedin yaa!
Kızlar toplantısının olağanüstü hal toplantısı: Aşağıda isimlerini okuyacağınız kişiler,bunca şeye rağmen hala evli kalmak istediklerinden dolayı gerçek isimleri ile deşifre edilmek istemediler,elbette saygı duyuyorum.

Birkaç kız arkadaş toplanmış, kahve falı bakıp, eşleri çekiştirirken,telefon çaldı.telefonun diğer ucundaki sesin ne söylediğini anlamak mümkün değildi ama sürekli birinin annesini sık sık anıyor hürmetlerini dile getiriyordu. Allah Allah hayırdır gece gece dedim... “hanım efendi az bir durun ne bağırıyorsunuz bu da kulak canım” deyince, hürmet sözcükleri bana yöneldi. Arayan demetti.”yuh yahu meral pes ettim artık kesin bu adamı boşuyorum” “hadi bismillah hayırdır canım dur sakin ol önce bir derin nefes al sonra boşarız gerekirse de ne oldu”? Oğuz dedi”.”Bu adam beni delirtmeye programlı sanki ay çıldırıcam ya meral” deyince durumun ciddi olabileceğini düşündüm”canım, bak ne diyeceğim, şu an mery, zeynep, pelin ve ben kızlar partisindeyiz ve tam bizde bu konu üzerine bir seminer düzenlemiştik ki sen aradın hadi hemen çık buraya gel! Bekliyoruz”. “İyi o zaman kapıyı aç zaten aşağıdayım”
mumlar, şarap, tütsü loş ışıklar, fonda harika bir müzik ve biz kızlar evet yine toplandık.

Demet ve oğuzun yedinci evlilik yıl dönümleri. Demet evde çok romantik bir yemek hazırlığı yapmış, eşini bekliyor. Eşi geliyor mumlar yanıyor, yemekler yeniyor. Oğuz şiir yazmayı seviyor ama bir türlü yıllardır biriktirdiği şiirleri toparlayamıyor ve hep bu nedenle de dert yanıyor. Bir gömlek çıkıyor. Demet ise hayatında hiç ama hiçbir zaman yeri olmayan pötikareli gömleği görünce her zamanki özel gün hediyelerinde yaptığı gibi, hiç renk vermeyerek teşekkür ediyor ama içi şişiyor tabi. Masadan kalkıyor. Hediye alma sırası oğuzda demet elinde bir cd ve bir kitapla geliyor. Müzik setine yerleştiriyor cd yi… Bir şiir cd si bu. Oğuza yabancı gelmiyor ne ses nede şiirler. Hemen ardından kitabı veriyor. Demet eşinin şiirlerini en nihayet toparlamış ama ruhuna jest olsun diye de kendi sesinden eşinin şiirlerine hayat vermiş, nice yıllara sevgilim senin için diyerek, banyoya gitmek için izin istiyor...

Kızları toplamak zor olmuştu belki ama dağıtmak çok kolay oldu… Herkes en yakın bulduğu yere burnunu siliyor ve bir off çekiyordu... Bir kahkaha patlattım... Kızlar bir açıklama bekliyorlardı bu laubaliliğim karşısında... annemin çok kızacağını bildiğim halde onlara özel bir anımızı anlatmak zorunda kaldım...
Yıllarca aldığımız hiçbir hediyeyi beğenmeyen annemiz aldığımız her hediyenin ya başka rengini soruyor, yada yahu siz bu güne kadar hiçç ama hiççç benim böyle bir şey kullandığımı gördünüz mü diyordu. Oysa babam ona ne de güzel hediyeler aldığını düşünüyordu kendince...iki metre boyunda pirinç bir Maraş mangalı,dört metre boyunda bir ağaç çiçek(ailece altına sığınıp o ağacın altı adlı klibi çekmiştik oysa) elli beşinci yaş günü hediyesi gümüş sallantılı küpe ve kolye takım, hatırladıklarımdı...ve her hediye sonrası babam annemin yüzündeki ifadeyi bize şikayet ediyor “ben şu annenize bir şey beğendiremedim diyordu..ama diyorduk ..amalarımızı açıklayamıyorduk..

Bu yılki doğum gününden bir gün önce annem babama “çocuklarımın yokluğu bazen çok canımı sıkıyor, nasılda büyüdüler, bebekliklerini özlüyorum”,diyor.ertesi akşam herkes için merak konusu ve bahis tabii...
Annem o akşam babamdan iki hediye paketi alıyor… ilk pakette şık bir kaşmir kazak var. Yüzünde ki ifade yine aynı... Sonra ikinci paketi açıyor. Bir bebek çıkıyor içinden paketin, üstelik annemin minyatürü adeta, aralarındaki bu büyük benzerlik bizimle olduğundan çok daha fazla, annemin gözleri kocaman oluyor kız kardeşime fısır fısır”Aha bu sefer işimiz kesin bitti kızım bizi çiğ yiyecek, hem de sossuz” , annemin, ardına kadar açılan güzel gözleri birden yaşla doluverince içim eziliyor…”Ya anne şaka şaka asıl hediyen bu değil kiii, biz sana şaka yaptık dimi dimi babacım bişi desene” diye öne atılırken, düğmesine basılan küçük bebek konuşuveriyor…”Anne beni parka götür” “Anne mama” “Anne acıktım”. Annem, gözlerindeki yaşlarla bebeciğine öyle bir sarılıyor ki, gerçek evlatları olan bizler ağızlarımızı toparlayamıyoruz.
Kız kardeşim ağzımdan düşmekte olan çikleti, içeri ittiriveriyor… Ayyy annem o kadar mutlu oluyor ki ayıramıyoruz bebeğinden… O gün bu gündür bebeğini yanından ayırmıyor, ona kıyafetler alıyor tokalar takıyor,ve sürekli onunla konuşuyor. “kızımmmda kızımmm benim güzel kızım “ dedikçe “efendim annecimmmm, benimi çağırdın”? diyorum, “yok yavrum kardeşini” diyor… Yıllar sonra sahip olduğum plastik bebek benim küçük kız kardeşim oluveriyor. Annem bu durumu biraz abartıyor tabi… koltuğuma oturttuğu küçük bebeği yerinden kaldırıp diğer kanapeye atınca, annemin içinden, diş macununu ortadan sıktığınızda nasıl fırtttt diye macun fırlar ya… hah ağzından alevler çıkan bir canavara dönüşüyor ev kükrüyor…”bana bakkkk kardeşine güzel davrannnn! Bir anneme bir bebeğe bakakalıyorum bir süre… “Ama orası benim yerimmmmm”!! diyorum…”aaa aşk olsun yavrum sen ablasın çok ayıp” diyor… küçük plastik kardeşimden nefret ediyorum… Bu komedi bir süre devam ediyor, tüm aile çok keyif alıyor bu evcilik oyunundan…bir küçük plastik bebek bu kadar keyif katabilir mi insanın hayatına… katabiliyor…

Duygularını çok fazla dışa vuramayan annem babama ilk kez bir itirafta bulunuyor.”bu bana evliliğim boyunca aldığın en değerli hediye... Çünkü bunun için sen beni çok düşünmüşsün... beyaz kaşmir kazağa mı ne oluyor? Onun rengi yine değişmeye mahkum, bekliyor...

3 Haziran 2009 Çarşamba

KIRMIZI NOKTA...


Geçen gece peş peşe üç ayrı kanalda üç film izledim.Tuhaf bir şekilde her filmde de baş roldeki kadınlar erkeklerine aynı müjdeyi veriyorlardı!””Sevgiiilim! hamileyim” ve tuhaflık bu ya üç ayrı adamın üçünün de tepkisi aynıydı nedense. “canım benim!beni dünyanın en mutlu insanı yaptın,seni seviyorum!”Bence de bir tesadüftü elbette, ama tabi ki biran yine kendime döndüm ve o muhteşem gece,bir kara kedi gibi geçti gözlerimin önünden...

Arkadaşlarımızla geçirdiğimiz hoş sohbet gecelerin birinde çok derin bir mevzunun ortasındaydık sanıyorum..durup dururken kulaklarımın içinde bir “pisttt” sesi çınlamaya başladı “piist pisst hadi yap” diyordu “hadiiiii”..anlatılanlara konsantre oluyormuş gibi davranıyor ama sürekli içimdeki sesle mücadele ediyordum. En sonunda “piist” beni ele geçirmişti ve ben “çok af edersiniz bir saniye”deyip banyonun yolunu tutmuştum. Bir yandan da kendime“mümkün değil canım rahat ol” diye güç veriyordum.çünkü işlerinin yoğunluğu dolayısıyla, ortada fol yoktu, eh, adam zaten yoktu(!).Zira büyük depremden sonra herkes gibi bizim de düzenimiz değişmişti.Aldığım doğum kontrol testinin açıklama bölümünü koşar adımlarla okudum Sanıyorum kırmızı noktalardan falan bahsediyordu.İşlemi bitirip sonucunu beklemeye başladım.Galiba ömrümün en uzun saniyelerini orada bıraktım.Şöyle bir kafamı uzatıp bakayım derken,o da ne?Üzerime üzerime gelen kırmızı bir şeyleri fark ediyor ve gittikçe büyüyüp netleştiğine şahit oluyordum...25 dk sonra...Evet halaa oradaydı.ve bende hala çamaşır makinesinin üstünde!Kırmızı nokta olduğu yerde duruyor içerden beni çağırıyorlardı. “ne yapsam, silsem mi??” diye düşündüm.Ertesi gün benim için çok önemli bir gündü.Altı aydır bir müzik direktörü ile görüşmeyi bekliyordum.

İçimde klasikleşmiş olan bağarışmalar başlamıştı yine!. “Kaset yapıcam ben! Yapıcam o kadar!.Ben bu İstanbul’a niye geldim ki?Yoo hiç bir kuvvet engel olamaz buna...Yoksa olur mu?İyi de ben şimdi Noyan’a ne diyeceğim..Beni öldürür..Annecim kırmızı nokta hala geçmiyor yaa...” diye saçmalarken buluyorum bir an kendimi. Yavaşça banyodan süzülüp,önce arkadaşım gamzeyi bir köşeye çekip,sessizce kırmızı noktayı haber verdim. Mutluluğunu ağzına tıkadım,çığlığını da tabii... “Noooyan!” diye başlamıştı ki panikle “Sus ayol dövdürecek misin beni gece, gece” diye kükredim “aaaa sen iyice üşüttün valla bu kırmızı nokta da Onunda payı var tabi ki söylicem” dedi ve gitti.Allah’ım bana yardım et...İçerden bazı bağrışmalar geliyordu.”Gamzee!Şakanın sırası değil!Hele komik hiç değil!” diyordu Noyan.
Tabii mecburen bu duygusal anı perçinlemek adına çıktım ve Noyan’a doğru gittim.

Tuhaf bir şekilde bana bakıyor,bakıyor yine bakıyordu..O anda yüzümde beliren o anaç tavır yüzünden midir bilinmez, Noyan saçmalamaya başladı,nasıl mı?Şöyle,Önce böyle bir şeyin mümkün olmayacağını söylemekle başlıyor, ardından kapıcı ve manavla ilgili son derece “kırıcı” şüphelerinden söz ediyor, gazeteyi alıp, nöbetçi seyahat acentelerini arayıp “tek kişilik maldivlere uçak bileti soruyor.Tepkisi bununla sınırlı kaldı sanıyorsanız yanılıyorsunuz,sigortacımızı arayıp “Kamil bey kamil bey, bizim sigorta gebeliği kapsıyor muydu? hiç hesaplamamıştık böyle bir şeyi de,ohh be bir ayla yırttık demek... sağol kamil bey” deyip telefonu kapıyor,istifimi bozmadan hala güzel bir şeyler söylemesini bekliyorum. Çok heyecanlandı galiba yada arkadaşlarının yanında bir şey söylemek istemedi diye düşünerek geceyi beklemeye başlıyorum.

Beklentim üç gün sürüyor.ama bu üç gün zarfında ona, ara, ara “bu kırmızı noktayı ne kadar çok seveceğini” ve “bunun dünyadaki en güzel şey olduğunu”, “bir tek kırmızı nokta için bir sürü şeyden vazgeçebilecek insanlar tanıdığımı” ve bir zahmet “bu salak, dumura uğramış adam olmaktan çıkmasını”ama yinede istemezse,bu mini minnacık noktamızı aldırabileceğimizi hatırlatarak lütfen bir zahmet kendisine gelmesini rica ediyor ve cevabını bekliyorum.Bu anlamlı sözlerimden sonra verdiği yanıtın.. “Olur mu canım öyle şey? N’apalım? olsun!.Elle gelen düğün bayram”oluşu karşısında, kapının dibinde kaç asır kaldığımı hatırlamıyorum bile... beş gün boyunca bu sözü düşünüp duruyorum. “Elle gelen düğün bayram...”elle gelen düğün bayram”.Yahu bu işte bir yanlışlık mı var,yoksa, bana mı öyle geliyor?Yani nasıl elle gelen düğün bayram?Belki bir bildiği vardır,gerçi Noyan atasözlerini hep karıştırır ama bu kadarı da olamaz diyorum..Elle gelen elle gelen...beşinci gün atasözünün gerçek anlamını çözüyorum a aa? Hööö?? Hıııı!!! Nası yaniii????

“Noyannn!!!!delirdin mi sen ayol? o nasıl söz öyle? Bu sadece, seninle benim kırmızı noktam, ne eli yahu? Ay ateşin mi anacım ne oldun yaa... “Biz manavla sadece arkadaşız.O bana balkondan sebze meyve atmaktan başka bir şey yapmadı gariban”!diyor ve dokuz ay sürecek maceramın ilk adımlarını atmaya başlıyorum Noyan’a rağmen üstelik...

Sevgili eşim kendine uzun bir süre gelemese de ben pek takmıyorum bu durumu nasıl olsa minik bebeğim onu kendine getirir ümidi ile kendimle dertleşiyor, bir yandan da, neden benimde her kadın gibi güzel anlarım bir filmin şeridi yerine kara kedi gibi geçiyor gözlerimin önünden diye iç geçiriyorum....